FORUM ALANI

   
 


 

 

ANA SAYFA

İLETİŞİM

EĞİTİM

SAĞLIK

DERSLER

BiLGi ARSiVi

EĞLENCE

OGRENCiLER OZEL

SUNULAR

KUANTUM FELSEFESİ

KİTAPLIK

EKSTRA BİLGİLER

SINIFLAR

İSLAM BİLGİSİ

FORUM ALANI

Anketler

Ziyaretçi Defteri

TOPLİST

SAYAÇ

Galeri

 


     
 

=> Daha kayıt olmadın mı?

FORUM SAYFAMIZA KATKILARINIZI BEKLİYORUZ

FORUM ALANI - YEPYENİ BİR TATİL ANLAYIŞI BOY VERİYOR

Burdasın:
FORUM ALANI => DİNİ YAZILAR => YEPYENİ BİR TATİL ANLAYIŞI BOY VERİYOR

<-Geri

 1 

Devam->


optimist
(şimdiye kadar 69 posta)
26.02.2009 17:11 (UTC)[alıntı yap]
YEPYENİ BİR TATİL ANLAYIŞI BOY VERİYOR
Yazan Hüseyin GÜLER


"O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul ve yalnızca Rabbine rağbet et." (İnşirah,7-

Yaygın anlayışa dayanarak bu aziz ayeti "Bir işle yorulunca başka bir işe geç" diye çevirmekte bir sakınca yok. Asıl olan, bu ayetin altında yatan anlamı doğru okumak: Yatma! Yatmanın mazereti yok.


Tatil yok, tebdil var. Unutma, Şeytan tatil yapmaz! Tatil yapmayan Şeytan'a karşı hangi tedbiri almayı düşünüyorsun ey mümin muhatap?Ayetin çağrıştırdığı anlamlar bununla sınırlı değil. O halde yapılacak şey belli: Tatil değil, tebdile girdiğimizi bilmek. Tebdil, yani değişim, değiştirme, değişiklik. Bu tebdil mekanla sınırlı değil. Asıl tebdil, akleden kalbin tebdilidir. Çünkü akleden kalbimiz nicedir acıkmıştı. Şimdi yazı fırsat bilip onu doyurmaya zaman ayırmak gerek.Özellikle de okula giden çocuklar için "tatili" bir yeniden inşa fırsatı bilmek. Temiz kafalarına, taze yüreklerine en doğru hakikatleri nasıl verebiliriz? İşte herkesin araması gereken şey bu. Bu programının dine ilişkin, tarihe ilişkin, coğrafyaya ilişkin, sosyal bilgilere ilişkin versiyonları olmalı. Dahası medyanın, bilinçsiz kitlelerin, sokağın, özellikle televizyonun bıraktığı virüslerin ayrıca taranması gerekli.Çocuklar kitapla tanıştırılmalı. Özellikle de kitaplar kitabı Kitab-ı Kerim ile. Bu tanışma sadece yüzeysel olmamalı. Kur'an'ı yüzünden okumak, Kur'an'la yüzeysel tanışmak, onunla samimi olmamak demeye gelir. "Yüzünden okumak" ifadesi bile bunu çağrıştırmıyor mu? Size birinin "yüzünüze güldüğü" söylense, bunu hayra yorar mısınız? Dersiniz ki, "yüzüme gülmüş", demek ki içime gülmemiş. İşte bundan dolayı, Kur'an'ı sırf yüzünden okuma, Kur'an'ın yüzüne gülmektir. O da sizin yüzünüze güler, içinize değil. Fakat Kur'an'ı hem yüzünden hem içinden anlayarak, kavrayarak, bilerek okuma, vahyin içine gülmedir. Vahiy de o insanın içine gülecektir. Bundan sonra vahyi hayata aktarmak gelecektir. Ama unutmayalım ki, anlaşılmayan bir şeyin yaşanması söz konusu olamaz.Siz aldırmayın meymenetsizlere. Onlar istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Tamamlayacaktır da, bunu kimin eliyle yapacağını O bilir. Biz bu işe talip olalım.
O nurun taşınmasında bir rol de biz alalım. Tıpkı Nur Sûresi 35. ayetteki "lamba" gibi. Olabiliyorsak, lambanın (mısbah) yakıtı olalım. Bu yakıt; yandıkça tükenen değil, yandıkça çoğalan türden bir yakıt. İlim gibi, hikmet gibi, irfan gibi. Yakıtken ışığa dönüşüp nur olmak var işin sonunda. Gözlere nur, gönüllere sürur olmak var.Yakıt olamadık diyelim. O zaman fitil olalım. Işık bizden yayılsın. İman bahçesinde sırık olmak da fasulye olmak kadar muhteremdir. Nur lambasında fitil olmak, vahyin yazıldığı kâğıt olmak, imanın girdiği yürek olmak, Kur'an'ın yerleştiği hafıza olmak kadar güzeldir.Onu da olamadık. Lambaya cam (zücace) olalım. Işığı kem rüzgârlardan koruyan bir cam. Peygamber sırtında duran bir zırh gibi, Talut'un elinde bir kalkan gibi, Süleyman'ın başını koruyan miğfer gibi?Onu da olamadık. Bari lambanın durduğu oyuk (mişkât) olalım. Işığa yardım ve yataklık yapalım. Suçumuz bu olsun: Işığa yardım ve yataklık yapmak. Ne mübarek iştir ışığa yardım ve yataklık yapmak. Varsın karanlığın, kara vicdanlı adamları bizi ışığa yardım ve yataklık etmekle suçlasınlar. Asıl affedilmez suç, aydınlığa alet olmak yerine karanlığa sessiz kalmaktır Kim demiş “Yazın kitap okunmaz” diye? Kitap, asıl yazın okunur. Böyle sananlar, kışın çok mu okuyorlar sanki? Hiç zannetmem. Yazın okumayan, kışın da okuyamaz. Boş zamanı yokmuş. Yahu, kitap okumak ne vakitten beri “boş zaman” işi?

Ne diyordu Hz. Ali: “Hep zamandan şikayet ederiz. Oysa zaman konuşsa, utanırız.”Şikayet etmeyi bırakın da tatil anlayışınızı değiştirin. Tatili atıl kalmak, boşa zaman öldürmek olarak değil, Kur’an’ın dediği gibi, “Bir işle yorulunca başka bir işle dinlen”mek olarak alın. İşte o zaman, yoğun iş temposundan okuyamadığımız kitapları, yaz boşluğunda okuyabilirsiniz. En çok tatili, tatile en az ihtiyaç duyanların yaptığı bir ülke Türkiye...Şimdi, biz bu hayırlı tatil işine talibiz diyenler arasında, yepyeni bir tatil anlayışı boy veriyor. Bu anlayışın eksenini inancın çizdiği sınırların çiğnenmemesi oluşturuyor. Bu kesimler, yorulan bedenlerini dinlendirip, acıkan akıllarını doyurmak için okumayı tatilin vazgeçilmez bir unsuru olarak görüyorlar. Bu arada muhabbete acıkan ruhlar da ihmal edilmiyor. Birbiriyle dost olan aileler, daha bir tanış olmanın, biliş olmanın imkanını yakalıyorlar. Büyük kentlerin eksik bıraktığı insani ve islami ilişkilerini tamamlamak ve güçlendirmek için, tatili harika bir rehabilitasyon ortamına çevirebilen çok güzel örneklere şahit olabiliyoruz. Eğer akıllı tercihler ve bilinçli programlar yapılabilirse yaz mevsimi, bir aile eğitim seferberliğine dönüştürülebilir. Kent ortamında iş stresinin boş bıraktığı insani alanlar, tatil münasebetiyle mükemmel bir surette doldurulabilir. Biliyorum ki, sizin elinizde de okumak için alıp bir türlü okumaya fırsat bulamadığınız bir yığın kitap birikmiştir. Şimdi onları okumanın, okunanlar üzerinde tefekkür etmenin tam zamanı. İster kısa bir değişiklik olsun diye döndüğünüz köyünüz ve kasabanızda, isterse tatilinizi geçirmek için gittiğiniz bir mekanda olsun, her yer zihninin ve ruhunun açlığını farkedenler için bir okul, bir mektep haline getirilebilir. Yeter ki isteyin.

Ne diyordu Kur'an: (Bir işi) bitirip kurtulunca, (başka bir işte)le yorul!" (İnşirah 7) İnsan da çiçek gibi; bilgiyle sulanmayınca soluveriyor. 'Tatil'i, "atalet" (tembellik) bilmeyip 'tebdil' için bir fırsat bilenler, karmaşık kent hayatının yoğun iş stresinde ihmal ettikleri kafalarını ve kalplerini doyururlar. Bilginin en sadık taşıyıcısı, hâlâ kitaplardır. Biliyorum; siz de benim gibi okunacak kitabın çok, fakat okuyacak ortam ve zamanın kıt olduğundan yakınacaksınız. Eğer bu, bir bînamaz özrü değilse, anlaşılabilir bir mazerettir. Evet, daha okunacak çok şey var... Yaz geliyor. Yığınların "tatil" deyince aklına "oyun ve eğlence" gelir. Zamanın, insanın en değerli sermayesi olduğunu ve bu sermayenin daha değerli bir şeyi elde etmek için harcanması gerektiğini bilenler, tatili "hoş ve boş vakit geçirmek" olarak algılamazlar. "Daha değerli şey" ne olabilir? Birden fazla şey olabilir. Bunların başında "bilgi" gelir. Evet, bilgi "sahici krallıktır" ve bu krallığa giden yol kitapların arasından geçer. Bu yolda yürüme zahmetine katlanıp, bedelini ödeyerek bu yürüyüşü tamamlayanlar "bilgelik" kazanırlar. Bütün bu söylediklerimizden çıkan kesin sonuç Bol kitaplı bir yaz dileğiyle. "Tatil yok, tebdil var!" derken kastımız buydu: Bol kitaplı bir yaz dileğiyle.

Sonbahar ve kışın bahanesi hazır: Meşgale. İlkbaharın zaten adı çıkmış: Bahar yorgunluğu. Kapımızı çaldı çalacak olan yazın bahanesi hazır: Tatil. Peki, bunca hay-huyun arasında okuyup öğrenmeye ne zaman ve nasıl fırsat bulsun insanımız? Bana sorarsanız, okumak dış zaman, dış mekan ve dış imkanla değil, “iç zaman”, “iç mekan” ve “iç imkanla” alakalıdır. Önce, okumadan olmayacağını bileceksiniz.

Ne olmaz! Hiçbir şey. Evet, “hiçbir şey” olmak için “hiçbir şey” bilmemek yeterli. Eğer bir şey olacaksanız, bilmek zorundasınız. Demirci, kömürcü, kasap, manav, dinsiz, dindar, müslüman, ateist, vs. Hepsinden öte “adam olmak” için bilmek ve bilgiye değer vermek zorundasınız. Çocuklarınız sizi sık sık elinizde kitap okurken görmüyorlarsa, onları “kitaplı” bir hayata kim ikna edecek? Bir şeyin bilgisine sahip olmadan unvanına sahip olmak bu ülkede yaygın bir hastalık. İslâm’ın bir numaralı kaynağı Kur’an okumadan “müslüman” olmak, tıp okumadan “hekim” olmak, Das Capital okumadan “Marksist” olmak gibi... Bilginin en sadık taşıyıcısı hâlâ kitaplardır. Hiçbir dünya sırf kitapların arasından kurulamaz. Fakat hiçbir dünya “kitapsız” da kurulamaz. Dünyanın en az kitap okuyan toplumunu imal etmek, en büyük ayıbdır. Unutmayın, bizler “kitaplı” bir inancın salikleriyiz.Tatil. Hiç de hoş bir kelime değil. Arapça’da “boş kalmak, işlevsiz olmak, işe son vermek” anlamlarına gelir. Tutun ki kalbiniz tatil yapayım dedi. Ne olur? Ne olacağı belli: ölürsünüz. Sizden habersiz iç dünyanızda muhteşem bir çalışma gece gündüz hiç aralıksız sürmekte. Siz uyursunuz, ama solunum sisteminiz, kan dolaşımı sisteminiz, sindirim sisteminiz, sinir sisteminiz tıkır tıkır işler. Hatta bu sistemler, insanın kendi bilincinden bağımsızdır. Bilinç dışı daha rahat ve iyi işlerler. Yeryüzü tatil yapayım dese ne olurdu? Bunun adına “kıyamet” denilir, değil mi? Bakın şu kainatta boşa çıkan hiçbir şey yok. Çünkü her birinin yeri, görevi ve rolü var. Ya “kainatın gözbebeği” olan insanın? Onun bir işi, bir yeri, bir rolü olmasın mı? Anlaşılan o ki, bu sevimsiz kelimeyi vahiy de sevmemiş. Kur’an’da bu kelime hiç kullanılmaz. Kur’an, “tatil” tasavvurumuzu da yeniden inşa eder, ama ne inşa! Doğrudan Hz. Peygamber’e hitap eden bir ayette şöyle buyurulur: “Bir işle yorulduğunda başka bir işe geç” ya da “başka bir işle (dinlen)” (inşirah 7-. Demek ki, tatil yok tebdil var. Tebdil, yani iş değiştirme. Tebdil, yani ilgi değiştirme. Tebdil, yani alan değiştirme. insan elbette yorulur ve dinlenir. Elbette şehrin gürültü ve patırtısından uzak sakin bir köşe arar. Fakat o köşeyi bulunca ne yapar? Elbette bütün bir yıl boyu ihmal ettiği akleden kalbinin bakım ve onarımını, harap olmuş iç dünyasının tamirini yapar. işte “yaz tatili” geldi.

Özellikle okullu çocuklar için yapılacak iş yeni başlıyor. Çünkü onların körpe zihinleri, temiz akılları, serçekuş yürekleri özellikle bu dönemde çok özel bir dezenfekteye ihtiyaç duyuyor. Ebeveynlerin işi o türkünün mısralarındaki gibi olmasın: “Besleyip büyüt de fidan boyunca Kendini ellere versin o gonca” Hayır, o goncalar kendini ellere vermemeli. Anneler-babalar fidan boyunca besleyip büyütüp de çocuklarını modern çağın çarklarında tüketmemeli. Kul olunacak tek bir makam vardır: ilahi makam. Çocuklar ancak o zaman kula kul olmamayı öğrenebilirler. Ancak o zaman kendilerine “fiyat biçenlere” eyvallah etmezler. Bunu yaparlarsa, Allah onlara “değer biçer.” şahsiyetleri olur. Kendileriyle tanışık, bilişik ve barı şık olurlar. Ancak böyle bir neslin elinde geleceğimiz daha aydınlık olabilir. Peki bu nasıl olacak? Vahiyle, yani Kur’an’la onları tanıştırarak. Onlar zaten iki ayaklı vahiydirler. Onları vahiyle buluşturmak, ayeti ayetle buluşturmak demektir. Onlar hayatları boyunca bilgi kirlenmesine maruz kalıyorlar. Eğer içinizdeki çocuk halen yaşıyorsa, gözleriniz ıslanmadan, yüreğiniz yanmadan tatil yapalım diyemezsiniz. Buna karşı siz inanan insanlar ne yapıyorsunuz? Elinizden çok şey gelir. Başınızı soktuğunuz bir eviniz yok mu? O ev cennetin dünyadaki şubesi olsun istemez misiniz? O halde o evi Kur’an okulu haline getirin. O evin sakinleri bu okulun öğrencileri olsunlar.. Siz çaba göstereceksiniz, Allah gelecek nesillerinize sahip çıkacak. Şikayete hakkımız yok ..Evet, okullar tatil oluyor: Hizmet ehli kadınlar, erkekler neredeler? Evlerini ya da başkalarının evlerini okula dönüştüremezler mi? Mahallenin cins çocuklarını toplayıp ücretsiz matematik, Türkçe, İngilizce kursları veremezler mi? Bunun yanında çocuklara dînî şuur kazandıramazlar mı? Hadi, ona engel var şuna bahane var; peki bunları yapmamanın mazereti var mı?Elimizden geleni yapmıyorsak, şikayete ne hakkımız var?İnsanlığın değişmez değerlerini temsil eden İslâm Vahyi’nin zirvesi Kur’an’dır. Kur’an vahyi, insanlığın kararan ufkunu aydınlatmaya “Oku!” emriyle başlamıştır. Bu emir, “anla, kavra ve anlat” anlamlarını da içerir.Elbet bu emri veren makam, onun okur-yazar olup olmadığını da bilen bir makamdır. Rasul’e güç yetiremeyeceği bir emir verilmemiştir. O halde, öncelikle bu emir, insanın tüm varlığa “varoluşsal bir metin” olarak bakıp onu bir kitap gibi okuması anlamına gelmektedir. Kur’an ise bu okumanın nasıl yapılacağına ilişkin ideal bir koordinat, sağlam bir altyapı, doğru bir bakış açısı, meşru araçlar, örnek okuma parçaları ve okur hayatları sunmaktadır. İlk inen İkra’ Sûresi’nin ilk beş ayeti, işte bu eksen etrafında anlaşılmalıdır.



Kur’an’ın insana sunduğu farklı okuma ‘nesnelerini’ tasnife yeltenirsek dört başlık altında özetleyebiliriz: 1. Kitab, 2. Tabiat (ayât-ı kâinat), 3. İnsan, 4. Zaman (ayât-ı hadisat)... Bunların hepsi de “ayet”tirler. Okuma ‘nesnelerini’ okumadan onları anlamak ve kavramak mümkün değildir. Bu dört farklı kitabı doğru okumanın en garantili yöntemi de İlahi Kitab’ı hakem kılarak diğerlerini okumaktır. Yoksa insan yanlış okur. Yanlış okuyan yanlış anlar. Yanlış anlayan, hiç anlamayandan daha beterdir, çünkü anlamadığı halde anladığını sanır.Bu anlamda okumak her insana farzdır. Bu farz İslâmi olmaktan da öte ‘insanidir’ ve insanın yeryüzündeki varoluşunu anlamlandırmasıyla ilgilidir.Ancak, her insan “canlı” olarak doğar, “insan” olmak için yaratılıştan getirdiği mevcut potansiyeli açığa çıkarması, onu bir suyun akış gücünü enerjiye dönüştüren baraj gibi enerjiye dönüştürmesi gereklidir. Yani “beşer”in “insan” olabilmesi hayli emek isteyen uzun bir yolculuktur. Kitaplar, bu yolculuğun sadece en sadık arkadaşları değil, aynı zamanda işaret taşlarıdır da.




Okumak bir meleke kazanma işidir. İnsan durduk yerde okuyamaz. İşte bu nedenle okumayışlarına “zaman darlığını” mazeret gösterenler, çoğunlukla “binamaz özürlüler” grubuna girerler. Çünkü onlar, en olmadık, en lüzumsuz işlere dahi bol bol zaman bulduklarını herkesten daha iyi bilirler.O halde asıl sıkıntı fiziki ve fiili şartlar ve ortamlarla ilgili değil, manevi şartlar ve ortamlarla ilgilidir. Yani problemin kaynağında “zaman yetmezliği” değil, “akıl ve yürek yetmezliği” yatmaktadır. Sorun “dış şartlarla” ilgili değil, “iç şartlarla” ilgilidir. Bir başka ifadeyle insanın “dış imkânıyla” değil, “iç imkânıyla” ilgilidir.Her insanın öncelikleri farklı olabilir. Kimisinin önceliği beşeri tarafıdır, kimisinin önceliği insani tarafıdır. Amiyane tabirle kimisi yangında ilk kurtarılacak olarak “donuna” kırmızı işaret geçirirken, kimisi de “dinine” kırmızı işaret geçirir. İnsanların neyi daha ciddiye aldıkları, onların öncelik sıralamalarına bakılarak daha kolay kestirilebilir. Biri kendisine bir don alırken markasını, kumaşını, dikişini, kalitesini sorup araştırıyor da, kendisine “din” alırken “ne koysan gider”, “idare eder” kabilinden davranıyorsa, bu insanın dinini donundan daha fazla ciddiye aldığına siz olsanız inanır mısınız?Şu piyasaya bakın bir Allah aşkına! Beyimizin karnı ağrısa onu nalbura giderken göremezsiniz. Hatta birinin böyle yaptığını görse, onun aklından dahi kuşku duyar. Doğrudur da. Karnı ağrıyanın gideceği yer doktordur. Hem de, gideceği doktorun pratisyen mi, uzman mı olduğunu dahi dikkate alır. Mümkünse tecrübeli ve referanslı olanını tercih eder, haklıdır da.Ama ağrıyan karnı değil de “imanı, yüreği, aklı, ahlakı, irfanı” ise, başlar kendi kendisine reçete yazmaya. İlmin de bir rütbe olduğunu, hem de rütbelerin yücesi olduğunu aklına getirmez. Eğer kazara getirirse, onu da birilerine “havale” eder, fakat alın teri, zihin teri, yürek teri dökerek bilgiyi ‘iktisap’ etmez. Haksız kazanca karşı gösterdiği hassasiyeti ‘beleş’ elde edilmiş bilgi ve duyguya karşı göstermez.Tabii, böylesine ciddiyetsiz bir ortamda din adına devrilen çamlar, bir orman katliamına döner.İşte bütün bunlardan dolayı sağlıklı bilgilenmenin kanallarını sürekli açık tutmak zorundayız. Bunun yolu, her şeye rağmen okumaktan, kitapla ülfet kurmaktan geçer, zihin damarlarını sürekli açık ve çalışır tutmaktan geçer. Tabii ki okumak, yazının başında tanımlandığı gibi bütüncül ve varoluşsal bir eylemdir, bunu bir an olsun göz ardı etmeden okumak şarttır.Yaz sıcaklarının bizi mayıştırmasına izin vermemeli. Tatil, yan galip yatmak değil, Kur’an’ın da ifade ettiği gibi, “bir işle yorulanın başka bir iş yaparak dinlenmesi”dir. Unutmayalım ki bu ülkenin geleceğini inşa edecek nesiller, bilgiyi sahici iktidar olarak gören nesiller olacaktır.“Oku, yaratan Rabbin adına!” Eskiler, "üslub-u beyan, aynıyla insan" derler. Belki buna şunu da eklemek gerek: "Bir davaya en çok zararı, ona düşman olanlardan çok, onu kötü savunanlar verir." Yalanın dahi allanıp-pullanarak pazara çıkarıldığı ve mebzul miktarda müşteri bulduğu bir dünyada, insanlığın değişmez değerlerini bünyesinde barındıran ve insan mutluluğunun öbür adı olan İslam'dan yüz milyonlarca insan mahrum yaşıyorsa, kendisine layık bir üslupla temsil edilemediğindendir. İslam için değil, kendiniz için endişe ediniz ….Problemin temelinde yatan yanlış, işte husustur. Kendinizi nispet ettiğiniz değerlerin cazibesini sizden aldığını düşünmeniz koskoca bir aldanıştır. Din cazibesini bizatihi hakikat oluşundan, Hakk'a ait oluşundan almaktadır.Değerler özelleştirilmemelidir. Hele fıtratın öbür adı olan İslam hiç özelleştirilmemelidir. Özelleştirilen değer bir müddet sonra onu özelleştirenlerin "tapulu mülküne" dönüşmekte, o değeri sahiplenmek isteyen başkaları, değere doğrudan ulaşmakta zorlanmaktadır. Fakat, değerler içselleştirilmeli, özümsenmeli ve 'ben'imsenmelidir. Bir değeri benimsemek, onu yalnızca "bene ait kılmak" değil "beni ona ait kılmaktır." Ben o değere ait kılınırsa, tıpkı Kur'an'ın Hz. İbrahim'in dilinden ifade ettiği gibi "De ki: Ben de Müslümanlardanım!" aidiyetinin sırrına erilmiş olur. Mü'min olmak, öncelikle inancından, o inancın hakikati temsil ettiğinden, o inancın kaynağından ve sözkonusu inancın kendisine olan vaatlerinden emin olmak demektir. İşte bu nitelikleri kazanmış bir iman, kişide özgüvene dönüşür ve o iman sayesinde sahibi dünyanın en paha biçilmez (satın alınamaz) insanı haline gelir. İman böylesine içselleştirildikten sonra 'imaja' gerek kalır mı? O zaten sahibinin üslubunu da belirleyecektir; üslubunu, usulünü, refleksini, karakterini, davranış kalıplarını ve hayat tasavvurunu.Din, ruhun elbisesi olan bedenin temizliğini ruhun temizliğinden ayrı değerlendirmemiş. Unutmayın, üslubun da tahareti olur. Yaz mevsimi, rehavet mevsimi, aynı zamanda tatil mevsimi. Yorulanlar, iş yapanlar, koşanlar, elbette dinlenmeyi hak ederler; anlayamadığım, en çok tatili yorulmayanların hatta yan gelip yatanların yapması. Tatil yaparken dahi unutulmaması gereken bir gerçek var: Şeytanların ve şeytanın dostlarının tatil yapmadığı. İnsanlar isterlerse, tatillerini, kalbi ve zihni bir yenilenmeye, bir tashih ve tamir seferberliğine dönüştürebilirler. Bir yandan tabiat kitabını, diğer bir tabirle âyât-ı kâinâtı okurken, bir yandan da âyât-ı mesturu ve onu teşrih, tefsir ve te'vil eden, onun anlaşılmasını dolaylı ya da doğrudan kolaylaştıran eserlerden bir demeti yanlarında götürebilirler. Kitap, bilginin hâlâ en sadık taşıyıcısı. Televizyonların hayat öldürdüğü böylesi bir çağda hayatımızı kitaplarla diriltmeye mecburuz. Biliyor olmalısınız; her kitap bir Kitab için okunur. Kitaplar Kitabı Kitab-ı Kerimimizin anlaşılması, biraz da onun birer şubesi gibi algılanması gereken diğer kitapların anlaşılmasına bağlı.Koca bir yaz kitapsız geçer mi? Sakın kitapsız kalmayın.



Mesela bir demet çiçek kabilinden…..

Denge, yayınların dan Bilinç serisi

İslamoğlu Hocaının bütün kitapları..Risaleler….

Rağbet yayınevinin İslâm Düşüncesinde Yeni Arayışlar adlı bir serisi

Ertuğrul Düzdağın Kaynak Yayınlarından Üstad Ali Ulvi Kurucunun Hatıraları Ayrıca Tarafsız Değilim,Düşman Acımaz,M.Akif Araştırmaları,…

Albatros Yayınlarından İbrahim Refik’in Destansı Hüzün…

Mehmet Niyazi ÖZDEMİR’in Çanakkale Mahşeri..

Şenlikoğlu Hocadan Geçliğin İmanını Sorularla Çaldılar..Vb

Mazlumderin yayımladığı, İnsan Hakları Sözleşmeleri: Bu kitap İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden tutun Kopenhag Kriterleri’ne kadar modern insan hakları sözleşmelerinin hemen tamamını kapsıyor. Erbabının elinde mutlaka bulunması gerek. İşte şu da, İnsan Hakları Araştırmaları (Human Rights Rewiew) adlı, altı ayda bir yayınlanan hayli nitelikli bir dergi..

Denge Yayınları’ndan Yerliler ve Yersizler...

Mehmet Pamak imzalı savunmalarını kitaplaştırdı. Ekin Yayınları’ndan çıkan bu eser, “müdafaa” türünün modern bir versiyonu. Hindli âlim Ebulkelam Azad’ın müdafaaları, Said Nursi’(r.a.)nin müdafaaları, Necip Fazıl’Üstadın müdafaalarından çok istifade edilebilir.

Ulemanın Gücü, Ahenk Yay, Abdülcelil Candan hocanın alanında nadir olan bir eseri. Adı üstünde: Ulemanın gücünden söz ediyor.: Ulemamız güçlüyken, yeryüzünün en güçlüsüydük,. Gerçek âlimi Allah şöyle tarif ediyor: “Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olan”.

Her kitap herkese hitap etmez. Kitabın muhatap kitlesini bulması lazım. Okur kitabını ararsa, kitap da okurunu arar. Bizimki sadece yardımcı olmak.

Selam,Sevgi, Saygı Ve Dua İle…Derleyen Hüseyin GÜLER

NOT;Bu yazının yazılma sürecinde çok sayıda fikir işçisinin eserlerinden istifade ettiğimi beyan eder,dualarımıza ortak ettiğimizi ifade etmek isterim.
bkWJiKEu (Ziyaretçi)
05.03.2015 22:20 (UTC)[alıntı yap]
sayfanızı yeni tanımış birisi olraak Yeni başlayanlar ie7in kategorisinden başladım ben de sayfanız e7ok gfczel, tebrik ederim. ben de bu şarkının Muhammed İsfahani ile Farid Farjad versiyonlarını beğendim en e7ok. tek kelimeyle mfckemmel. vee dinlemeye devam..

Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 76
Bütün postalar: 112
Bütün kullanıcılar: 14
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley

 
 

Bugün Bilgi Harmanından 42 ziyaretçi (56 klik) faydalandı...

 

 
Ekol Hoca Din dersi Matematik Nişanlık Modelleri
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol